Ben yürürüm yana yana Aşk boyadı beni kana Ne âkilem ne divane Gel gör beni aşk neyledi Gâh eserim yeller gibi Gâh tozarım yollar gibi Gâh akarım seller gibi Gel gör beni aşk neyledi Akar suların çağlarım Dertli ciğerim dağlarım Şeyhim anuban ağlarım Gel gör beni aşk neyledi Ya elim al kaldır beni Ya vaslına erdir beni Çok ağlattın güldür beni Gel gör beni aşk neyledi Ben yürürüm ilden ile Şeyh anarım dilden dile Gurbette halim kim bile Gel gör beni aşk neyledi Mecnun oluban yürürüm Ol yâri düşte görürüm Uyanıp melûl olurum Gel gör beni aşk neyledi Miskin Yunus biçareyim Baştan ayağa yareyim Dost elinde avareyim Gel gör beni aşk neyledi
Hatrımı da sorar olmuş
Değişmişsin zamanla sen de bir hayli
Sen gideli çok oldu
Alıştım bendeki hüznün çocuksu hali
İçimde sen varsın bu yüzden
Kendime iyi baktım bir hayli
Odatv.com internet sitesinden Tugay Afat'ın, memleketi Çorum Sungurlu'da, arazide, insanlardan uzak bir 'inziva' yaşamında bulduğu Muzaffer Sarısülük'ün anlattıkları çok çarpıcı. Ama belki de en etkileyici olanı, yıllar sonra yeniden insanların arasına karışmasına neden olan oğlunun cenaze töreninin ardından geceyi mezarlıkta geçirmesi ve "Oğlumun mezarına sarıldım uyudum" demesi.
Tugay Afat’ın haberi şöyle…
Muzaffer Sarısülük…
Polis kurşunuyla öldürülen Ethem Sarısülük’ün babası. 54 yaşında. 23 yıldır megapol dediği kentlerden uzak yaşıyor. Aslında edebiyat öğretmeni. Karadeniz Teknik Üniversitesi’nden mezun. 1985 yılında ilk olarak Şanlıurfa’da öğretmenliğe başlamış. 1989 yılına kadar görev yapmış. Dönemin Başbakanı Turgut Özal’a yazdığı sünnet karşıtı mektubu nedeniyle soruşturma geçirmiş ve birgün ceza almış. Şanlıurfa’dan sonra Kayseri’ye atanmış. Yarım dönem çalıştıktan sonra da istifa ettiğini belirten dilekçeyi yazıp çıkmış. Ailesi akıl sağlığının yerinde olmadığını iddia ederek hastaneye yatırılmasını sağlamış. Üç ayrı hastaneden de kaçıp mesleğe dönmeyi reddettiği için sonunda istifa ettiği kabul edilmiş.
Meslekten ayrıldığında oğulları Cem, Mustafa, ölen Ethem ve adını kendisinin koyduğunu söylediği son oğlu İkrar’ı anneleriyle geride bırakarak Sungurlu’ya köyüne dönmüş. Birkaç yıl da köyde yaşadıktan sonra tamamen kendini soyutlamış ve arazide yatıp kalkmaya başlamış. Soğuktan korunmak için kendine küçük bir baraka yapmış. Küçük bir mangal dışında hiç ateş yakmamış. Nasıl ısınıyorsun sorusuna “Yatağıma yatıyor ısınıyorum” diyor. Mangalı da bazen çorba yapmak için kullandığını söylüyor.
CENAZEDE İLK KEZ GÖRÜNDÜ
Muzaffer Sarısülük’ü pek çok kişi ilk kez oğlu Ethem Sarısülük’ün Çorum Haber’deki cenaze haberiyle öğrendi. Cenazeye katılanlardan ADD Çorum Şubesi Başkanı Uğur Demirer’in Muzaffer Sarısülük’ün Ankara’dan lise arkadaşı olması ise görüşme ve daha yakından tanıma olanağını yarattı.
Sungurlu’dan İsmail Akyıldızoğlu ve Emrah Koçtekin ile Kemal Keçelioğlu da bizlere yardımcı oldular. Uzun zamandır tanıdıkları ‘Hoca Muzaffer Sarısülük’ü bizim için aradılar. Biraz dolaşmanın ardından yaz-kış ömrünü geçirdiği keliği bulduk. Şansımızdan yerindeydi. Uğur Demirer, cenazede karanlığa rağmen sesinden tanıdığını söylemişti. Yine aynı şey oldu. Uğur Bey “Beni tanıdın mı Muzaffer” dediğinde “Sen Uğursun. 35 yıldır görüşmemiştik. En son cenazeye geldin” deyiverdi. Konuşmanın bir yerinde de Ankara’daki ortak arkadaşlarından söz ederken, “Onlar dolmuşa binerlerdi biz seninle paramız olmadığı için yürürdük” diyerek ayrıntılara kadar hatırladığını gösterdi.
YÜRÜYEREK ÇORUM’DAN ANTALYA’YA
Üzerinde sadece bir pantolon ve kazak vardı; yalınayaktı. Yanında taşıdığı montun ise sadece ceplerini kullanıyor. Her yere yürüyerek gidiyor ve kesinlikle arabaya binmiyor. Hatta o kadar ki, birkaç kez Antalya’ya kadar yürüyerek gidip geldiğini bile söylüyor. Hesaplarına göre, yürüyerek 2400 kilometre yol yapmış. Kullandığı tek teknolojik alet ise haberleri takip edebilmek ve gerektiğinde ailesine ulaşabilmek için oğlunun verdiği parayla aldığı cep telefonu. Ethem’in öldüğünü de flaş haber şeklinde cepten duymuş.
Hiç traş olmuyor. Saçı ve sakalı iyice birbirine yapışmış bir halde. Sadece akarsudan içiyor ve zaman zaman da aynı suda yıkanıyor. 17 yıldır hiç et yemediğini, vejeteryan olduğunu söylüyor. 20 yıldır kimseyle el sıkışmadığını, hatta hiç temasta bulunmadığını da ekliyor. Bir şey uzatılırsa yere konulmadığı zaman almıyor. Kendisi de bir şey vereceği zaman yere bırakıyor. Kendisiyle ilgili kitabı da, nüfus cüzdanını da aynı yöntemle verdi. Sigara içiyor. Kendisi için alınan sigaraları ise “Saklayıp bir dahaki gelişinizde size ikram edeceğim. Mutlaka gelin” diyerek saklıyor. Gönlü bol. Oğlunun cenazesinin ardından gelen giden olur diye yiyecek içecek saklamış. Biz gittiğimizde çıkarıp ikram etti.
Gözleri de dişleri de çok sağlam. Ancak kesinlikle kimsenin gözünün içine bakmıyor. Eski arkadaşlarından ya da tanıdıklarından birinin öldüğünü duyduğu zaman hemen yerinden kalkıp bir takla atıyor. Niye yaptığını sorduğumuzda ise “Bu da benim onlar için yaptığım ibadetim” diyor. Bir ara sıcaktan bunalıp üstündeki yırtık kazağını da çıkardığında saçı ve sakalı daha da ortaya çıkıyor. Bir gram yağ yok ama öyle bir deri bir kemik durumu da yok. Anlatılanlara bakılırsa 40-50 kiloluk hurdayı kilometrelerce taşıyabiliyor. Bizim arabayla 10 dakikada ancak kat ettiğimiz yolu arazi içinden yürüyerek 16 dakikada alması da ne kadar güçlü olduğunu gösteriyor.
BARAKASINDA TÜRK BAYRAĞI
Barındığı yeri çevirmiş. Bir Türk bayrağı asmış. Barınağında çok sayıda ansiklopedi ve kitap var. Fotoğraf çekmek istediğimde kırmızı kapaklı “Oğlum getirmişti” diyerek Ethem’in hediye ettiği “Devrimler ve Karşı Devrimler Tarihi” ansiklopedisini gösteriyor. Orhan Hançerlioğlu’nun Felsefe Ansiklopedisi’nden çok etkilendiğini saklamıyor. Sık sık Hançerlioğlu’nun yapıtını söyleyip “Çok değerli bir kitap. Her aradığımı buluyordum” diyor.
TRT programcısı asker arkadaşı Servet Somuncuoğlu’nun Gallemit adlı kitabı da bunların arasında. Bu kitapta Muzaffer Sarısülük’ün 13 mektubu da yer alıyor.
ASKER ARKADAŞI 'KİTABINI YAZDI'
Kitabın arka sayfasındaki ifadeler ise çok ilginç:
“Bu kitapta anlatılanların hepsi gerçektir ve roman´ın esrarengiz kahramanı hala hayattadır.
Mektupları uzatıyorum. O hiç okumadan, tek tek elden geçiriyor mektupları. Toplam on üç mektup. Mektuplardan hiçbiri aynı kâğıda yazılmış değil, yani biri sigara kâğıdına, bir diğeri dosya, başka biri asker defterinden koparılmış sayfa, teksir kâğıdından koparılmış bir parça.
İstanbul´u, gemiyi, evi, barkı her şeyi unuttuk. Öylece mektuplara bakıyoruz. O sormuyor, ben de anlatmıyorum. Suskunluk büyüyor, o mektuplara dalıyor, ben kubbeleri seyrediyorum, sol tarafıma kız kulesi düştü şimdi.
Aziz, elindeki mektupları bana uzattı ve kendi kendine söylendi. 'Bey oğlu bey, köle oğlu köle olmak rızasındadır' Bu adam kim
Bu adam bir 'Kam', bir 'Bilici' Azizciğim!!!”
Servet Somuncuoğlu’nun bilici dediği Muzaffer Sarısülük, Gallemit adını kendisinin koyduğunu söylüyor. Kitabın elinde tek olduğunu ve kaybetmek istemediğini de söylüyor. Mutlaka geri getireceğimizi söylüyor ve ısrar ediyoruz. Yayınevinin adresini ve telefonunu kaydettikten sonra veriyor. Eğer kitabın başına bir şey gelirse yeniden istemek için adresi ve telefonu aldığını söylemeyi de unutmuyor.
HURDA TOPLAYIP GEÇİNİYOR
Mal mülk sıkıntısı yok ama gazete okumak, içki alabilmek, karnını doyurabilmek için para kazanması gerektiğini de biliyor. Hurda toplayıp satarak bu ihtiyaçlarını giderdiğini söylüyor. “İhtiyacım olanı bulur, kullanır ve ardımda bırakırım” diyor. Sungurlu’da tanımayan kimse yok. Adını kimse söylemiyor. Bilen biliyor ama onlar da çoğunlukla “Hoca” diye sesleniyor. O da bunu kabul etmiş durumda. Sungurlu’da pek çok da dost edinmiş. Kemal Keçelioğlu, İsmail Akyıldızoğlu, Emrah Koçtekin bunlardan sadece üçü. Kemal Keçelioğlu’nun bağındaki evine sık sık uğruyor. İsmail ve Emrah da Hoca’ya büyük saygı gösteriyorlar. Onların gözünde Hoca Servet Somuncuoğlu’nun dediği gibi bir kutsal kişi, hatta bir dede. Kesinlikle uğrunun kesilmemesi gerektiğine inanıyorlar. Emrah Koçtekin, “Hoca’ya zarar vermek isteyen olursa kendimi O’na siper ederim” diyecek kadar da saygı ve sevgi duyuyor. Birkaç kez yıkamayı, berbere götürmeyi önermişler. Sadece “Bana karışmayın yeter” demiş.
‘KÖTÜ BİR ŞEY OLACAĞINI HİSSETMİŞTİM’
Geçmişini çok kurcalatmak istemiyor. Oğullarının her yıl yanına uğradığını, görüp gittiklerini söylüyor. Konuyu Ethem’e getirmeye çalıştığımızda “Ölen öldü, kanadım kırıldı ama artık yapacak bir şey yok. Elden gelen yok. Ethem’in geri geleceği de yok” diyor. Ancak öldüğünü ilk duyduğunda Kaymakamlığı basmaya çalıştığını da laf arasında söylemeden edemiyor. “Bazı insan evladından, bazı evlat da atasından üstündür. Kimi insan evladını kurtarmaya çalışır kimi evlat da atasını. Ben Ethem’i kurtaramadım. Öleceğini biliyordum” diyor.
1980 öncesinde Abidinpaşa’da sağcıların egemen olduğu bir lisede okumuş. Olayların tam göbeğinde yer almış. “Ben oğluma bakarsan solcunun hafifiydim. Anaları yetiştirdi onları. Bana göre daha hızlı solculardı. Ethem daha doğduğunda Tanrı tarafından farklı yaratılmıştı. Hangi ata evladı arasında ayrım yapar? Ancak ne yalan söyleyeyim Ethem’i diğerlerinden farklı görür ve severdim. Varlığıyla değilse de yokluğuyla fark yaratacağı belliydi” diyerek sevgisini anlatıyor. Evinden ayrıldığında Ethem 6 yaşındaymış. En son 18 Mayıs 2013’de İbrahim Kaypakkaya’yı anmaya gelen grupla geldiğinde görüşmüşler. “Yanıma uğradı. Sanki saklanıyor gibiydi. Kötü bir şeyler olacağını o zaman gördüm. Ama elimden gelen bir şey yoktu” demekten kendini alamıyor.
‘TAKSİMDE HALK HAKLI’
Türkiye ’nin Ethem için ayağa kalktığını söylediğimizde araya bir de dörtlük serpiştirerek “Geri gelmeyecek ki. Devletle kavga etmem. Hiç etmedim. Devlet benzer gökteki kuşa, sürer ahlakı yokuşa. Alır ite kakışa, yol açık geçemedim. Kapitalist ahlak yine yaptı yapacağını. Megakentler insanı öldürür diyordum. Hep başkasının mı canı yanacak. Bu kez de bizim canımız yandı” diye konuşuyor.
Taksim eylemlerine nasıl baktığını sorduğumuzda ise daha net yanıt veriyor. “Dünyanın hiçbir yerinde şehrin göbeğine kışla yapılmaz. Ne amaçla kullanırsan kullan. Taksim’de halk haklıdır. İstanbul’un kendisi kanaldır. Yeniden kanal yapmak hangi aklın işidir?” diyerek kendi görüşlerini de aktarıyor.
Oğlunun cenazesine son anda yetiştiğini de anlatan Muzaffer Sarısülük, “Hoca kuranı bitirmeden yetiştim. Dağlardan aşıp geldim. Sol gelenekte vardır, ölenin mezarında nöbet tutulur. Baktım gençler uzaklardan gelmişler ve nöbet tutmak istiyorlar. Başları yanmasın diye onları gönderdim. Ailesinden birisi yoksa yoldaşları tutar dedim. Mezarında ben kalırım dedim. O gece oğlumun mezarında kıvrılıp yattım. Son kez yanında oldum” diyerek aslında ne kadar etkilendiğini de ortaya koyuyor.
UEFA Disiplin Kurulu, Beşiktaş ve Fenerbahçe'nin cezasını belirledi.
Takımımızın, UEFA müsabakalarına katılmaya hak kazandığı, önümüzdeki 3 sezon UEFA müsabakalarından men edilmesine, bahsi geçen cezaya ait 3. sezonun ise 5 yıl süreyle ertelenmesine,
Başkanımız Sayın Aziz Yıldırım, Yöneticilerimiz Sayın İlhan Ekşioğlu ve Sayın Şekip Mosturoğlu, Altyapı Koordinatörümüz Sayın Cemil Turan ve eski Asbaşkanımız Sayın Ali Yıldırım için Disiplin Müfettişinden ek rapor alınmasına karar verilmiştir.
Kulübümüz, verilen karar üzerine yasal süre içinde UEFA Tahkim Kurulu'na başvuracaktır."
Artvin'in Hopa ilçesine bağlı Yeşilköy (Pançol)'de, 7 Kasım 1971 tarihinde doğmuşsa da nüfusa geç kaydedildiğinden dolayı resmi doğum tarihi 10 Mayıs 1972'dir. Müziğe ortaokul birinci sınıfta mandolin çalarak başlamış, çocukluğu, "üstadım" dediği, "Kemençeci Yaşar" lakabı ile tanınan Yaşar Turna'nın yanında türkü dinleyerek geçmiştir. İstanbul'a üniversite eğitimi için geldikten sonra müzikle yoğun olarak uğraşmaya başlamışsa da İstanbul Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi'nden siyasi nedenlerle ayrılmıştır. 1992 yılında profesyonel müzik hayatına atılmıştır. 2004'ün sonlarında sanatçıya akciğer kanseri teşhisi konulmuş ve kanser tedavisi görmeye başlamıştır. 25 Haziran 2005'de, 33 yaşında, tedavi gördüğü hastanede yaşamını yitirmiştir.
"Ben bir müzisyenim, ondan sonra biraz Karadenizliyim, ama hepsinin ötesinde ben bir devrimciyim. Ve gerçekten doğru bildiğim bir şeyi en azından çok zorlanırsam ortaya koymaktan çekinmem" diyordu bir röportajında Kazım Koyuncu.
Telefon geldi, böyle bir heyet topluyoruz dediler. Ben de “Ne yapacağız, bizim işimiz ne?” dedim. Bana “Son 20 yıldır bütün barış bildirilerine imza atmadınız mı? Şu ana kadar yaptığınız şeyi yapmaya devam edin” dediler. İnsanlar bizi gördüğünde rahat konuşabildi. Bir de o toplantılarda basın yoktu. Biz sadece bize söylenen cümleleri yazdık. Dolayısıyla çok rahat oldu. Tabii insanlar “Biz sizi bir şey anlatacak zannetmiştik” dediler. Onlara sorulmasını beklemiyorlardı, o yüzden ezberden değil, içlerinden geldiği gibi konuştular.
Giderken tedirgin miydiniz?
Ben kum torbası olacağımızı biliyordum, öyle de oldu. Ama toplantının başıyla sonu arasında da çok büyük fark vardı. En çok sorulan soru; “Niye şimdi?” Buna ben yanıt versem; “Niye 20 yıl önce değil?” derim. 10 yıl düzelecek zannedildi olmadı, bir 10 yıl daha geçti, bir 10 yıl daha… Geç bile.
Türkler nasıl yaklaşıyor soruna?
Twitter’da duyuyorum, insanlar Gezi Parkı’nda yaşanan basın sansürünü görünce “Kürtleri şimdi daha iyi anlıyorum” diyor. Bu süreçte benim tuhafıma giden şeyler oldu. Mesela biri dedi ki, profesyonel ordu lazım. Ben de ordudan memnun değil diye düşündüm. Meğer dağdaki herkesi öldüren bir ordu istiyormuş. Dedim ki, “Bana inanmıyorsunuz, tamam, İlker Başbuğ’a da mı güvenmiyorsunuz? Beş kere PKK ’yı bitirdim dedi, bitmiyor… Fikret Bila’nın kitabı var, okuyun. Boşverin beni. Kendi inandıklarınızı okuyun.”
Akdeniz, Kürtlerin yaşadıklarına ne kadar vâkıf?
Bizim gittiğimiz bazı yerler vardı ki, henüz göç almamıştı. Dolayısıyla orada Kürt meselesine dair hiç fikir sahibi olmayan insanlar da vardı. Ama şöyle bir örnek de yaşadım; masalarında oturduğum ve MHP tandanslı olduğunu söyleyen insanlar dedi ki: “Bunlar gidip sınır dışında melanet üretmekten başka ne yapacak? Kalsınlar burada, devlet bunlara biraz destek versin, çiftçilik mi yapacaklar, ticaret mi yapacaklar, ne yapacaklarsa yapsınlar…” Bunu ben söylesem topa tutulurum. Ama oradaki adam söylüyor. Çünkü normalleşme isteği herkeste yaygın.
İnsanlar da sorun bir an önce bitsin istiyor değil mi?
Aması çok ama barış istemeyen yok. İnsanların ülkenin bölünmesine dair ortak endişeleri var. Biz de sorduk: “Diyelim ki bölmeye çalışıyorlar, biz neredeyiz?” Biz eşit vatandaş olursak, kim ister ceberut bir devlet. Zaten Kürtler de bölünmekten yana değil. “Bu kadar vergi verdik, en güzel yerleri size mi bırakacağız?” diyorlar. O kadar işlenmiş bir ideolojik bakış var ki ondan ilk etapta kurtulmak kolay değil. Herkes ilk olarak “Benim Kürt kardeşlerimle hiçbir problemim yok, biz çok severiz onları” diyor. Peki o kadar çok sevdiğin Kürt kardeşinin köyü yakılırken, öldürülürken neredeydin? O kadar haberi yok ki batıdakilerin orada ne olduğundan, resmi ideoloji o kadar beyin yıkamış ki, yaşananları ancak Taksim’le anladılar. Benim jenerasyonumda bu işlerle hiç ilgilenmeyen arkadaşlarım hamileyken, “Hep böyle devam edecek değil ya” diye düşünürdü. Şu anda torunları oldu. Demek ki ilgilenmek gerekiyor. “Ben burada iyiyim” demekle olmuyor bu işler.
Nasıl tepkiler aldınız?
Bir-iki çok sivri şey dışında herkes düşünmeye ve fikir üretmeye başladı. Baktılar ki, didaktik bir şey yok. Onlara da soruluyor. O bambaşka bir atmosfer yarattı. Masa etrafında oturuyor olmak birbirlerine saygı getirdi, bir alışveriş oldu. Güneydoğu Anadolu grubu gibi halaylarla karşılanmadık. Orada barış oluyor sevinci, burada bölünüyor muyuz, ne oluyor endişeler var.
Lodos olsa ‘âkiller nerede?’
Gezi Parkı’nı bir bayrak mitingine çevirmek isteyenler var. Halbuki bu bambaşka bir şey. Taksim Platformu apayrı. İçinde akademisyenler, kentsel dönüşüm uzmanları var. Yıllarca önerilerde bulundular, bir diyalog kurulamadı ve iş bu noktaya kadar geldi. Bir yanda alkol yasağı. Sonra ertesi gün hapının yasaklanması… Bu gerçekten insanların hayatına müdahale. Sonra bizim gittiğimiz yerlerde Alevi vatandaşlar çok huzursuzdu ve onları daha da huzursuz edecek bir adım atıldı. İnsanlar gerçekten bir yol kat edilmişken duyulmak, dinlenmek ve kaale alınmak istiyor. Bir de şu ortaya çıktı, ne zaman bir sorun olsa “âkiller gitsin konuşsun” diyorlar. Bazıları iyi niyetle bunu söylüyor ama bir de lodos esse “âkiller nerede?” diye soranlar var.
2013 Yılındaki ÖSYM'nin Hazırladığı Üniversite Giriş Sınavlarında YGS'den Sonra Gelen LYS Sınavında 3.Sınav 22 Haziran 2013 Cumartesi Günü LYS - 2 Yani Fen Bilimleri Bölümünden Yapılıyor. Sınavda Fizik, Kimya, Biyoloji Bölümlerinden 30'ar Soru Sorulmaktadır. Soruların Çözümleri Sınav Sonrasında Sitemizde Yayınlanacaktır.
Genç kızlarımızın ve genç erkeklerimizin en çok merak ettiği konuların başında kızlık raporu yani bekaret raporunu nasıl alacakları sorusu akıllarına geliyor. Bekaret raporunu alabilmek için Adli tıp raporu gözetilmektedir. Bunu alabilmek için savcılık izni gerekmektedir. Diğer şekilde ise jinekolog uzmanlarına görünerek kolayca bakire olup olmadığı veya bekareti sağlam mı değil mi konusunda doktor bilgi verebilir. Bu bilgi muaeyene olan kişi tarafından istenildiği takdirde 3.kişilere de söylenebilir. Bekaret raporu ücreti ise bir muayene ücretidir. Ekstra bir ücret işleme tabii değildir.
Eski Genel Kurmay Başkanı İlker Başbuğ 18 Aydır Yattığı Silivri Cezaevinde Hayatında bir ilki gerçekleştirdi ve İlk Şiirini Yazdı. İşte İlker Başbuğun Yazdığı Şiir
Twitter'dan sonra facebook'ta da gördüğümüz hashtag nedir ? ne işe yarar ? ne için kullanılır.
Hashtag # yani diez karakteriyle başlatılır ve bir konuyu belirtmek için kullanılır. Bu # yani diez karakteri ile başlatılan kelimeye tıkladığınız zaman sadece o hashtagi kullanmış ve o konu hakkında yorum yapan herkesin konu ile ilgili fikirlerini öğrenirsiniz.
#direngeziparkı bir hashtagtir.
#blogmatik aynı şekilde bir hashtagtir.
Ülkemizin sanayisi gelişmiş ve büyük şehirlerden olan Adana ilimiz birçok anlamada tercih sebebidir. Yazları sıcak olmasına rağmen kışları çok ılıman bir yapıya sahiptir. Bu şehirde yaşamak için genel anlamda birçok ev sahibi kirasını yıllık olarak ödeme hizmeti almaktadır. Adana bölgesi ikiye ayrılan bir yapıya sahiptir. Bu bölge Seyhan ve Ceyhan bölgeleridir. Kiralık daireleri her iki bölgede bulmak mümkündür. Evinizin yapısını da siz istediğiniz gibi seçebilirsiniz.
http://www.emlakz.com/Adana/kiralik-daireler.aspx adresindeki Adana kiralık daireler sayfasından da göreceğiniz gibi Adana ili oldukça zengin ve çeşitli binalara sahip bir bölgedir. Adana ilindeki kiralık daireler bina yaşına göre ve binanın cadde üstü konumuna göre farklı fiyatlara sahiptir. Tercihinizi yine Seyhan bölgesinden yapmak isterseniz bina hayatı değil sizlere http://www.emlakz.com/Adana/kiralik-evler.aspx adresinde bulunan Adana kiralık evler sayfasındaki ilanlar yardımcı olacaktır. Bölgede birçok ev vardır. Adana Seyhan kiralık ev ilanları birçok yerde bulmanız mümkündür. Eğer ki yorucu bir gezme süreci geçirmek istemiyorsanız bunun yerine www.emlakz.com adresinden Adana emlak ilanları arasında bir araştırma yapıp beğendiğiniz evi seçebilirsiniz. Adana emlak ilanları birçok seçenekle detaylı ayrıntı bildirmektedir.